"Millet konuşur…"
Evet, konuşur. Hep konuştular. Hep konuşacaklar.
Biz torba değiliz ki ağızlarını büzelim.
Ama bazen asıl mesele onların konuşması değil;
bizim o konuşmalara ne kadar kulak verdiğimizdir.
Çünkü insanın büyürken içine iki duygu koyar hayat:
değerli olma ve yeterli olma duygusu.
Bir çocuk, bunları kendi başına bulup çıkaramaz.
Anne kalbiyle öğretir değerliliği,
baba eliyle öğretir yeterliliği.
0–7 yaş arası…
Bir çocuğun kalbi, kendini ancak birinin yanında bir şey yapmadan değerli hisseder.
Sadece var olduğu için, sadece o ailenin parçası olduğu için…
Ve bir şey başardığında, bir yere tırmandığında,
"Yapabiliyorum." dediğinde öğrenir yeterliliği.
Bazen bu duygular eksik kalır.
Ve çocuk büyür, yıllar geçer, beden büyür ama bazı duygular hep yarım kalır.
İşte o yarım kalan yerden başlar dışarıdaki seslerin gücü.
Toplumun sözü, insanların bakışı, beklentiler, eleştiriler…
Hepsi bizim içimize dolup bizi yönetmeye başlar.
Toplumun Sesi, İçimizdeki Yaraya Dokunur
Birinin sözü bizi neden bu kadar üzer?
Bir eleştiri neden günlerce aklımızdan gitmez?
Biri bir şeyi beğenmedi diye neden içimiz çöker?
Çünkü içimizde hâlâ bir çocuk vardır.
O çocuk, değerli olduğunu hatırlamak için dışarıya bakar.
Yeterli olduğunu duymak için başkalarının sesini arar.
Ve biz büyüdükçe, evimizin kapısını her daim açık tutmaya başlarız.
Sanki biri her an içeri bakacakmış gibi…
Sanki birileri onaylamazsa eksik kalacakmışız gibi…
Sanki toplumun gözünde "iyi görünmek", kendi gözümüzde "iyi hissetmekten" daha önemliymiş gibi…
Özellikle kadınların evleri her zaman temiz olsun beklentisi…
Erkeklerin güçlü, düzenli, çalışkan görünme telaşı…
Bunların hiçbiri cinsiyetle ilgili değildir aslında.
Hepsi ait olma çabasının yaralı hâlidir.
Kendini Üzme Gücünü Başkasına Vermek
Birine "beni üzdün" dediğimizde, farkında olmadan şunu da söylemiş oluruz:
"Duygularımın anahtarı sende."
Ama aslında kimse bizi üzemez.
Biz izin verdiğimiz için üzebilir.
İşte bu yüzden kendimize sormamız gerekir:
- "Burada değerli olma ihtiyacımı nasıl karşılıyorum?"
- "Bunu sürdürmek beni besliyor mu, yoksa tüketiyor mu?"
- "Gerçekten neye ihtiyacım var?"
Ve biri hayatımıza kurtarıcı gibi girdiğinde, "Sen yapamazsın, bırak ben yapayım" dediğinde…
Orada da aynı sorular fısıldanır içten içe:
- "Yeterliliğimi nerede kaybediyorum?"
- "Kendimi yeterli hissetmem için neye ihtiyacım var?"
Fark etmek, değişimin kapısındaki ilk ışıktır.
Kapıyı Kapatabilme Cesareti
Bir gün gelir…
Farkındalık kapıyı çalar.
Ve sen, evinin kapısını kapatmayı seçersin.
Dışarının sesi aynı kalır,
millet konuşmaya devam eder…
Ama sen artık kapıyı açmak zorunda hissetmezsin.
İçeriyi istediğin gibi düzenlersin.
Huzur koyarsın, sessizlik koyarsın, samimiyet koyarsın.
Kapıyı sadece değer verenlere açarsın.
Seni yeterli hissettirenlere…
Zil çaldığında artık hemen koşmazsın.
Önce sorarsın: "Kim o?"
Ve içeri almak istemediklerine sakince dersin ki:
"Üzgünüm, yanlış adres."
İşte o an, hayatında ilk defa kendi evinde tam olarak yaşarsın.
Hem ait olduğun hem de kendine ait olduğun bir evde…
Kendi duygularının sorumluluğunu elinde tutarak.
Kendini değerli ve yeterli hissederek.
Kimsenin sözüne ihtiyaç duymadan.
Kapının anahtarı sende.
Açmak da kapatmak da senin seçimin.